3 Aralık 2013 Salı

Romanların Gözünden Kentsel Dönüşüm

(21/9/2007) 1946-1948 yıllarında İstanbul’un en ücra köşelerinde gerçekleştirilen yıkımlarda Romanlar şehir dışına çıkarılmışlardır. Nüfus oranının artmasıyla beraber, gittikçe çoğalan ve kapış kapış parçalanan şehrin bazı yerleri; köylerinden göç eden kişilere toprak mafyaları tarafından parsellenip satılmıştır. Zamanın hükümetleri de bu insanların oylarını alabilmek için, bu mafyaların parselleyip sattıkları yerlere tapu ya da tapu tahsis belgeleri vermişlerdir. Yani şehri düzenlemek yerine mafyalara arazilerin peşkeş çekilmesini kabullenmişlerdir. Toprak, toprak mafyası tarafından parsellenip satılırken hükümetler de bunlara yol, su, elektrik, alt yapı, okul, cami gibi her türlü hizmetini oy kaybederim korkusuyla götürmüşlerdir.

Aslında İstanbul’un gerçekten bir kentsel dönüşüm projesine ihtiyacı vardır. Fakat bazı yerel yöneticiler, baskıcı ve ırkçı bir yaklaşım içerisinde insanları mağdur etmeye, polis ve zabıtayla halkı karşı karşıya getirmeye teşebbüs etmişlerdir. İnsanlar, canını emanet ettiği güvenlik güçlerinden yer yer korkar hale getirilmişlerdir. Romanlar hiçbir zaman işgalci bir tutumla boşbuldukları arazilere yerleşmemişlerdir. 1946 yılına kadar göçebe yaşayan Roman halkına yerleşik hayata geçmeleri için devlet tarafından yerler verilmiş ve Romanlar asla o yerlerden kopmamışlardır. Yerleşik hayata ayak uydurmak uzun yıllar gerektiren bir sürecin sonucunda mümkün olabilmiştir. Romanlar bu süreçte kendilerine has meslekleriyle ekmeklerini kazanma yarışına girmişlerdir. Hiçbir Roman bu süreçte 2000’li yıllara kadar siyasete karışmamıştır.

Medyanın devamlı Romanları hırsızlık ve fuhuşla suçlaması, bu işlere karışan 3-5 kişinin suçunun bütün bir halka mal edilmesi sonucunda malum yıkımlar kaçınılmaz olmuştur. Bazı medya kuruluşları çöpten kağıt toplayarak ekmeğini kazanmaya çalışan yoksul Çingenelere karşı bu suçlamaları sürekli gündemde tutmaktadır. Birilerini halka öcü gibi lanse etme politikasının hedefinde bu kez Çingeneler vardır. Artık Rantsal değil ırksal ve kinsel bir yıkım süreci başlamıştır. Medya tarafından Romanlar sürekli aşağılanmaktadır. Basılan bir Roman evindeki kırık bir Radyo bile medya tarafından hırsızlığa delil olarak gösterilebilmektedir.

Geçmişte uzun yıllar Roman mahalleleri uyumlu bir yaşam sürerken son yıllarda uyuşturucu ve fuhuş mahallelerimizde bir şekilde yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu durumun kentsel dönüşüm sürecine denk gelmesi akla bazı oyunların oynanıp oynanmadığını getirmektedir. Kentsel dönüşüm projesi ile dağıtılan Roman mahallelerinde yapılacak inşaatların bazı müteahhitlere büyük karlar sağlayacağı düşünülürse bunların nasıl oyunlar olabileceğini daha iyi anlayabiliriz. 
Tekrar aklımızı yoralım şimdi. Çöpten kağıt toplayan, çiçek satan, Topkapı’daki bit pazarında çöpten topladığı kırık dökük malzemeleri satıp evine zorla ekmek götüren bir insan; tır dolusu esrarı, eroini getirecek gücü olsa neden bu şartlarda yaşasın. Neden çöpten tarihi geçmiş yiyecekleri toplayıp çocuklarına getirsin. Bu iğrenç bir oyundur. Oyunu kuranlar, önce garibanlara esrar içirip, sonra kendi mallarını bu insanlara sattırma çalışmalarına girdiler.

Roman mahallelerinde Avrupa Birliği istiyor diye yıkımlara gidiliyor. İlk önce psikolojik baskılar başladı. Sonra ise başka uygulamalar. Şimdi ise insanlar sokakta yatmak pahasına belediyelere yerlerini ucuz bir şekilde satıp kaçıyorlar. Çünkü satmazsan istimlak edilerek yıkılıyor evler. 
Ne yazık ki bazı yerel yöneticilerin kentsel değil ırksal dönüşüm zihniyetinde olduklarını görebiliyoruz. Kentsel dönüşüm adı altında yıkılan bir mahalledeki Roman evlerinin yanında kazayla evi yıkılan bir başka kökenden gelen vatandaşımıza bazı yerel yöneticiler : “Evinizi yanlışlıkla yıktık. Sizi Çingene sandık.” demişlerdir. Aynı vatandaşa evini tekrar yapması için çimento, çakıl ve işçi yardımı yapmışlardır. Bu örneği okuduktan sonra ırksal dönüşüm diyerek neyi kast ettiğimizin yorumunu size bırakıyoruz.

İşte böyle. Artık evlerimizde huzur içerisinde oturamaz olduk. Her gün kapımızı açtığımızda ya evimi yıkmak için geldilerse diyerek kapımızı bile kuşkuyla açar olduk. 
Bir buçuk milyon gariban çöpe atılan hurda, kağıt ve plastikten geçimini sağlamaya çalışırken büyük şehirlerin çöpüne bile göz diken ve adını geri dönüşüm diye değiştiren şirketler türemiş ve yasaklamalar başlamıştır. Evine ekmek götüremeyen doğudan açlık yüzünden büyük şehirlere gelmiş vatandaşlar psikolojik sorunlar yaşamaya başlıyorlar. Bu insanlar gasp, hırsızlık ve uyuşturucu işlerinde kullanılıyorlar. Bir günlük gazete kağıt toplayıcılarına “korsan toplayıcılar” adını takmıştır. Sanki çöpün patentini almışlar da biz de sahtesini yapıyormuşuz gibi. Amaç bellidir. Vatandaşın attığı çöpe bile gözünü diken çıkarcı çevreler türemiştir. Hurdacılar dağıtılmış, hurda toplayanlar şiddete maruz kalmış, hurdalara yerel görevliler tarafından el konulmuştur. Hurda işini yapıp vergisini veren hurdacılar bile sorunlar yaşayabilmektedir.

Bir de işin diğer tarafına bakalım. Kentsel dönüşüm nasıl yapılmalıydı. Hiç kimse kendi semtinden ayrılmak istemez. Kentsel dönüşüm projesi mahalle sakinleriyle oturup konuşarak, o insanlara seminerler düzenleyerek, sivil toplum örgütlerinin desteğiyle sürdürülmeliydi. Hiç kimse böylesi özverili bir yaklaşımla zıtlaşmak istemezdi.

Romanların her semtte bir temsilcisi, bir çeribaşısı ya da bir derneği vardır. Bunlarla oturup o semtte yeni bir yapılaşmanın nasıl olması gerektiğini ve insanların barınma hakkına yönelmeden nasıl bir kentsel dönüşüm yapılabileceği tartışılabilir.

Hiç kimse zor koşullar altında olmasa yıllarca köpek kulübesinde yaşamaz. Peki nasıl olmalıydı? Devletin bazı arazilere ihtiyacı olabilir. Buralar milli park, hastane gibi önemli şeyler yapma planı olabilir. O zaman ilk önce orada yaşayan insanlar tespit edilir. Aynı belde içerisinde olmasa da bir başka yerde bu insanlara ikişer katlı ya da bahçeli tek katlı evler yapıldıktan sonra oralar istimlak edilmeli. İnsanlar sokaklara atılmamalı.

Evet tek katlı ya da iki katlı dedik. Neden Levent’te daire demedik. Çünkü bizler serbest meslek sahibiyiz. Altımızda son model Mersedes, Zincirlikuyu’da işhanı olmayan kişileriz. Daire hayatı bize hapis hayatıdır. Hapise girerim dairede yaşayamam diyen bir sürü Roman vatandaşı vardır. Bizim aylık gelirimiz o dairelerin kapıcı parasını bile karşılamaz. Yapsınlar iki katlı evler borçları ödeyelim. Çünkü kendi evimiz olursa bir katını işyeri olarak kullanır bir katında da barınırız. TOKİ’nin yaptığı daireler ne bizim bütçemize, ne geleneklerimize ne de işlerimize uygun. Sadece yıkalım mantığıyla hareket edersek, kendisini sokağa atılmış bulan cahil insanlarımız yıllar sonra terör örgütlerinin eline düşebilir. Sokaklara atılan, cahil yeni nesil her türlü suça meyilli olabilir. Şimdi bile Romanların okuma yazma oranı %8 iken çadırlara itelenen, şehirlerden kovalanan, dağlarda çadır açıp yaşamaya zorlanan insanlar çocukları nerede nasıl okutabilir. Bunu fırsat bilen bazı şahıslar yeni yetişecek nesili her türlü kanunsuz işte kullanacaklardır.

Romanlar vatanseverdir. Romanlar Atatürkçüdür. Vatanımızı seviyoruz. Bayrağımızı seviyoruz. Bazıları bizleri yanlış tanıtsa da biz ülkemizi doğru tanıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder