3 Aralık 2013 Salı

Kanlı Ekmek

07/9/2007

Hayatım hep yoksulluk içerisinde; barakalarda, derme çatma kurulan yağ tenekelerinden yapılmış gecekondularda geçti. Ekmek kavgasıyla büyüdüm ben. Ve 2000’li yıllarda bile aynı yaşantı içerisinde olmama rağmen hayata hiç küsmedim. Sefaletin diz boyu olduğu Yahya Kemal Roman Mahallesinde, şen şakrak yaşayan Roman toplumu, gamı tasayı bir yana bırakmayı gününü doya doya yaşamayı kendisine ilke edinmiştir. Özgürlükleriyle tanınan Romanlar kendilerini tutsaklıktan soyutlamak istercesine, yaşamlarını neşe içerisinde birbirlerine yardımcı olarak geçirirler. 


Yarına saklayacak parası olmadığı için günlük kazancı ile geçinir Roman ailesi. Altı yedi nüfuslu bir ailenin kazandığı para o günü zar zor kurtarır. Günü birlik yaşamaya alıştırılan, hiçbir sosyal güvencesi olmayan; yazın sıcağı kışın ayazı ve soğuğu içine çekerek teneke barakalarda yaşayan Çingenelerde büyük bir Türklük sevdası, vatan sevdası vardır. Vatanın her santiminde kanını akıtan, şehitler veren, Türkiye bizim diyen Romanlar, son yıllarda Kentsel Dönüşüm sürecinin bazı yanlış uygulamaları sonucunda en fazlası 66 metrekare yerlerinden çeşitli şartlarından neticesinde yoksun kalabilmektedir. Bizler ülkemizi seviyoruz, üzerimizde oynanan bazı çıkarcı politik oyunların durmasını ve de kentsel dönüşüm sürecine ilişkin yararlı olduğuna inandığımız, hazırladığımız alternatif projelerin kabulünü istiyoruz.

Zamanında bir proje yapılmış, kaymakama gidilmişti. AB temsilcileri de vardı. Ne yazıkki yerel yöneticilerimiz o zaman için yeterli ilgiyi gösteremediler. Tek bir kuruş harcamadan evleri standartlara uygun Türkiye’ye yaraşır bir şekilde yapacaktık. Son dakikada bazı aksaklıklar meydana geldi. Proje gerektiği şekilde dikkate alınmadı. İmara açık altyapısı hazırlanmış bir arsa talep ettik. Bunun üzerine buna uygun arsanın bulunmadığı bildirildi.

Geçenlerde bir televizyon kanalında iyi niyetinden şüphe etmediğimiz bir yerel yöneticimiz açıklama yapıyordu. İSKİ’ye ait tapulu bir arazinin üzerinde hatta 1000lik su borusunun üzerinde spor kompleksi kuracağından bahsetti. Bir Roman mahallesini su hattının üzerinde diye mahkemeye verip, yıkımını talep eden İSKİ yöneticileri muhtemelen bu konuda da harekete geçeceklerdir. Geçmişte Roman mahallesi sakinlerinden 20 santim su hattının üzerine taşan gecekondularda oturdukları gerekçesiyle milyarlarca lira tazminat talep edildiğini hatırlıyoruz.

Televizyon kanalında açıklama yapan yerel yöneticimiz Roman Mahallesine güvenlik güçlerinin bile giremediğini ileri sürdü. Bu ifade bizi gerçekten üzdü. Bu noktadan kendisine sorma ihtiyacı hissettim; Türkiye’nin hangi mahallesinde bir polisimiz Romanlar tarafından şehit edilmiştir. Hangi Roman mahallesinde bir askerimize kurşun sıkılmıştır. Türk polisi Türk askeri bizim canımız ciğerimiz evlatlarımızdır. Bizlerin milletimize saygısı sonsuzdur. Bizler evlerimize başka devletlerin bayraklarını asmayız. Bizim evlerimizde ayyıldızlı bayrak asılı durur. Bu temel meselelerde bizimle ilgili kimsenin şüphesi olmasın.

Şu da unutulmasın Türk polisi kimsenin giremediği yerlere bile girer. Türk askeri bu ülkenin en ücra köşelerinde olduğu gibi her mahalleye de girebilir. Sizlerin kapıları kale çelik kapıdır. Bizlerin kapıları ise naylon ve teneke.

Yerel yöneticilerimizden rica ediyoruz, açıklamalarınızda konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan şahısların bizleri böyle kanundışı insanlar olarak algılamasına neden olacak ifadeleri tercih etmeyin. Evet benim ülkemde yaşayan Çingenelerin hepsi birbirine benzemez. Her toplumda olduğu gibi bizde de kendini bilmez bazı şahıslar olabilir. Fakat bunlar, bu ülkede yaşayan namusuyla çalışan milyonlarca insanı bağlamaz. Ortada bir suç varsa karşısında Türk polisi vardır. Uyuşturucu varsa narkotik polisi var. Hırsızlık varsa hırsızlık masası var. Fuhuş varsa ahlak zabıtası var.

Mahallemizle ilgili konular gündeme geldiğinde çadırda donan altı aylık Zeynep bebekten hiç bahsetmedilmediğini görüyoruz. Ayazma viyadüğünün altında naylonların içinde yaşayan insanların, olayların ateşi içerisinde verilmiş bazı yanlış kararlar neticesinde çevik kuvvetle karşı karşıya getirilerek yaşadıkları yerlerden kovalandıklarını anımsıyoruz. Bu insanlar Hayrabolulu. Bu insanlar bu vatanın evladı. Bu olaylar yüreğimizde acı bir yara olarak kaldı. Benzeri olayların hiçbir zaman tekrarlanmaması karar verme yetkisine sahip konumdaki değerli yöneticilerimizden beklentimizdir.

Geçmişte mahallemize gelen yerel yöneticilerimiz bizimle ilgili olumlu intibalara sahip olarak mahallemizden ayrılmışlardır. 1998 yılında Kağıthane’de 13 yıl belediye başkanlığı yapmış Arif Calban semtimize tek başına korumasız gelirdi. Mahallemizde herkes tarafından sevilirdi. Tek bir acı sözümüzü işitmemiştir. Bir yanlışımız olduysa kendisi açıklasın. Çingeneler onu seviyor.
Zamanında Kağıthane Belediye Başkan adayı Hasan Hüseyin Ceylan mahallemize geldi yıkımlardan önce. Ben 30 yıldır insanlarımın Çeribaşısıyım ve AB Romanlarının İstanbulda temsilciliğini yapıyorum. Lütfen sayın Hasan Hüseyin Ceylan’a sorun. Sevgi ve saygıda kendisine bir kusurumuz oldu mu. Elini kolunu sallayarak geldi oturdu. Herkesle tokalaştı. Çayımızı içti ve gitti. Lütfen sorun Çeribaşı ve Romanların size bir yanlışı oldu mu diye.

Tüm toplumun gözü önünde, bir televizyon kanalında sevdiğimiz saydığımız bir yerel yöneticimizin bizler için “işgalci” ifadesini kullanması hepimizi derinden yaraladı. Ben gerçekten çok merak ediyorum. İmar ve gecekondu affından yararlanarak yapılmış, gecekondu olarak tabir edilen konutlarda; 1946 yılından bu yana aynı sokakta ikamet eden insanlara işgalci ifadesini kullanarak hitap etmek ne derece doğrudur. Durumun aslı 1977 yılına ait hava raporlu krokide görülmektedir. 
Karşı dağlar 1977 yılında arazi mafyaları tarafından insanlara peşkeş çekildiğinde biz aynı yerde ondan 30 sene önce oturuyorduk. Onlar işgalci değil de biz Çingeneler mi işgalciyiz? Bir arkadaş basında şöyle söylemiş, hoşuma gitti: “Bizler bir tek işgalci tanıyoruz. Onları da Atamız İzmir'den denize döktü.” Bu ülkenin her karışı bizimken 66 m2 yerde işgalci oluyoruz, buna bir açıklama getirilebilir mi? İşgalci olmamak için ne olmalı?

Demin de söyledim ya, ben kağıt topluyorum okumam yazmam sizlerin yanında sıfır kalır sizlerin yanında çok cahil birisiyim. Fakat yaşanan süreçte bazı hataların yapıldığını görünce kendimi alamıyorum. Yüce Türk adaleti bu yaşananların arkasındaki gerçekleri görüyor. Yüce Türk Adaletine güveniyor, İstanbul genelinde yaşanan kentsel dönüşüm sürecindeki yanlış tutumların durdurulmasını arz ve talep ediyoruz.

Madem ki müteahhitler Türkiye için çalışıyor, Türkiye'yi güzelleştirmeye çalışıyor o zaman yoksulların evlerini insanca yaşayacak şekilde, güzelleştirerek yapsınlar. “Al arsayı beleşe yap daire sat beşe o ne ala” zihniyeti doğrusu çok üzüntü vericidir. Zaten yoksula yoksulluk vurmuş bir de sen vur bu müslüman olan yakışmaz, Türk olana yakışmaz!

Şimdi yazının başlığını kanlı ekmek koymuş nedir bu dersiniz diyerek açıklamak istiyorum. Ben de anısı vardır unutamam. Rahmetli annem bembeyaz pamuk gibiydi ufacık boyu vardı. Kendisi Çerkez, babam Roman evlenmişler. Ablam ve ben dünyaya gelmişiz. Babam yine burada Yahya Kemal'de bir kulübede oturuyordu. Biz küçükken kavga edip ayrılmışlar. Annem şimdiki 800 m2 yeri 2,5 liraya taksitle satın alıp borcu ödemek için çöplerden cam parçası toplamaya başlıyor. Tabi ki her anne gibi o da çocuklarını yani bizleri babama vermiyor. 8 ya da 9 yaşındaydım annemle cam parçaları topluyor çuvallayıp götürüyorduk. Haftada bir gün Paşabahçe cam fabrikasından bir kamyon gelip, cam parçalarını tartıyor, paramızı verip gidiyorlardı. Annem dinine bağlı saçının bir telini bizlere bile göstermeyen başörtülü bir kadındı.

Günlerden Pazartesiydi. Hiç unutmam annem o gün ancak 3 ekmek ve 100 gram da zeytin alacak kadar para kazanmıştı. Ekmekler koltuğunun altında geldi. Bizler de sobanın başında aç sefil annemi yavru kuşlar gibi bekliyorduk. Hemen annemin boynuna sarıldım elinden ekmeği aldım. Uç kısmını çok severdim ablamdan önce ısırdım. O anda ekmeğin üzerindeki kanları gördüm. Annem çarşafı yırtıp elinden akan kanları temizleyip sabunlu suyla yıkadı. Türkin yarası yıkanmakla geçer dedi. Eli bayağı derin kesilmiş kan durmuyordu. O zamanlar doktor ne gezer. Burası Kağıthane köyüydü. Sadece eşekler ve at arabaları vardı. Belediye bile yoktu. Annem yine de Allaha şükür damar kesilmemiş dedi. Hemen tütün bastı ablam, annemin camlardan kesilmiş yara bere içerisindeki elini sardı. O zaman gaz lambamız vardı. Lambayı yakıp sofrayı kurduk. Annem söndürün lambada gaz az var biraz daha kararsın öyle yakarız deyip lambayı söndürdü. 100 gram zeytin ve ekmekleri yiyip yattık.

Rahmetli annem ışığı bilerek söndürmüş, o kanlı ekmekleri görmeyelim diye. Bundan utanç duymuyorum. Çünkü o ekmeğe bulaşan namussuz insanların kanı değil bir lokma ekmek uğruna namusuyla çöplerden cam toplarken ellerini parçalayan anamın kanıydı. Başka ekmek parası olmadığından kanlı ekmeği bizler görmeyelim diye ışığı söndürmüştü. Namuslu bir Türk kadınının bir ananın kanıydı o ekmeğe bulaşan. İşte başlığı onun için kanlı ekmek koydum. Bazen aklıma gelir bir parça akan kan görsem. O günler o kanlı ekmek gözümün önüne gelir gözlerim yaşarır hemen tenha bir yerlere giderim. Çünkü buğulanan gözlerimi kimse görmesin diye. Öyle yetiştirdiler bizi erkekler ağlamaz böyle laflarla yetiştik. Onu diyen yanlış demiş. 
İşte biz böyle kazandık bu yerleri. Böyle ödedik borçlarını kanla karışmış ekmek yiyerek. Fakat namuslu ve dürüstçe nedense 50 yıl sonra bizlere dil sürçmesiyle de olsa işgalci denilmesi yüreğimizi parçalıyor. Bizim yerel yöneticilerimizden ve karar alma konumunda bulunan herkesten beklentimiz kentsel dönüşüm sürecinde bizlerin taleplerini de gözönünde bulundurarak hareket etmeleridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder