3 Aralık 2013 Salı

Öykü Gibi Ama Gerçek

11/05/2013

Mahallemizin delikanlısı Kamil Abi aşık olduğu genç kızla söz kesiyor ve bir mahalle düğünüyle evleniyorlar. Sevgi bu, hiç bir engel tanımıyor. Ne yazık ki evlendiği kadının kimliği yok, annesi babası nikahsız yaşadıkları için kimliğini alamamış. O zamanlar ne belediye var ne de okumak için okul. O dönemin insanlarının belki de yüzde altmışı okuma yazma bilmiyor. Haklarını almak için yapabildikleri tek şey sadece jandarma karakoluna gidip sorunlarını anlatmaya çalışmak. Biz yine öykümüze dönelim...


Bu kadın bir yıl sonra bir erkek evlat dünyaya getiriyor adını da çok yaşasın diye "Yaşar" koyuyorlar. Tabi kimliksiz. Anne kimliksiz olunca nikah da olmuyor. Haliyle çoçuk da kimliksiz oluyor. Bir yıl sonra bir oğlu daha oluyor onun da adını Yasin koyuyorlar. Tabi onun da ne kaydı ne kimliği var. Aradan üç yıl daha geçiyor anne yine bir erkek çoçuk dünyaya getiriyor. Fakat doğumda vefat ediyor, baba çaresiz iki erkek çoçuk birde kundakta bebeğiyle ortada kala kalıyor. At arabasına koyduğu bebekleriyle sabah erkenden kağıt toplamaya çıkıyor. Beceremiyor. "Bir haftalık bebek anne sütü olmadan bakılmaz, bakamazsın." diye mahallenin yaşlıları Kamil Abi'yi ikna ediyorlar, o da bebeği zengin bir subaya evlatlık veriyor. Baba yüreği çocuğunu görmek için her hafta subayın evine gidip yavrusunu seviyor, fakat subay bir gün ansızın taşınıp izini kaybettiriyor ve sonunda iki oğluyla baş başa kalıyor.

Yıllar yılları kovalıyor. Günler su gibi akıyor. Kamil Abi'nin gözü gibi baktığı oğulları evlilik çağına geliyor. Kimliksiz yaşadığı halde kimliksizliğin ne olduğunu bilmeyen Yaşar evleniyor. Hanımı kendi kimliği olduğu için dogan çoçuklarına kendi soy adını, baba adı olarak da kendi babasının adını yazdırarak çocukların kimliklerini çıkartıyor. İki kızı okula başlıyor bir de oğlu oluyor. Ona da annesi kendi soy adıyla kimlik alıyor.

Bir gün Yaşar ve Yasin kardeşler bir iftiradan dolayı tutuklanıyorlar. Gasptan ilk mahkemede Yasin'e ve Yaşar'a 12 yıl isteniyor, aslında gaspı yapan başkaları. Bir yıl kadar Sağmacılar cezaevinde kalıyorlar. Gerçek suçlular yakalanınca Yaşar ve Yasin tahliye oluyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nde kaydı kuydu olmayan bu insanlar cezaevinden çıkıyorlar. Çok geçmeden Yaşar'ın kardeşi Yasin de evleniyor. Onun kimliği olmadığı gibi karısının da yok. Çocukları da aynı şekilde kimliksiz büyüyor.

Yaşar'ın iki kızı ve ufak oğlu, Yasin'in de iki oğlu okula başlıyor. Askere gitmediklerinden birgün bir kağıt geliyor cezaevinden, Yaşar ve Yasin asker kaçağıdır diye. En sonunda dedim "Gelin babanız sağken dava açalım.". "Kime" dedi? "Tabi ki babana. Oda mahkemede suçunu kabul ederse kimlik çıkartırız." dedim. Kamil Abi iyice yaşlanmış artık zor yürüyordu. "Olur" dedi. "Yarın gidelim dilekçe yazalım." dedim. "İlk önce kaymakamlığa gidelim belki kimlik verir.". Sabahı kaymakamlığa geldik, "Gel bakalım çeribaşı derdin ne?" dedi. İçeriye girdik çay söyledi. Ben başladım anlatmaya. "Bu gençlerin hiç kaydı yok, babası evde hasta ölüm döşeğinde bunlara kimlik alabilmenin bir yolu var mı?" dedim. Ben anlattıkça kaymakam bey renkten renge giriyor, bir Yaşar'a bir Yasin'e birde bana kızarmış sinirli haliyle bakıyordu.

Bana döndü "Utanmadın mı bu yaşına kadar bunlara kimlik almadın, seni camdan aşağı atarım!" deyince baktım dördüncü kattayız, camdan aşağı baktım. "Kaymakamım çok yüksek." dedim. "Çıkın dışarı" dedi. Orda bulunan görevliye nikah cüzdanımı gösterdim. "Madem nikahlısın da neden kimliklerini almadın?" demez mi. "Sayın kaymakamım. Bu çoçuklardan biri 19 öbürüsü 20 yaşında. Bende 30 yaşındayım. Bunlar benim çoçuklarım nasıl olsun.". "Dur bakayım, peki babaları nered?". "Hasta ev de dedim ya.". "Peki anneleri?". "Öldü yıllar önce.". "Nikahları yok mu?". "Yok, sadece babanın kimliği var.". "Bak çeribaşı, bugün cuma, bana pazartesi sabahı gel, babasını da getir, bu konuyu düşünelim, bu gün sinirliyim.". "Emrin olur." dedim. Camdan bakıyordum. Çünkü Yaşar'la Yasin kaymakam kızınca dışarı çıkmışlardı. "Ne o gözün hep camda, şaka yaptım bu kadar da şaka yapalım." dedi. "Valla ver kimlikleri, istersen merdivenden yuvarla.". "Tamam pazartesi mutlaka gel, eşşek kadar olmuşlar askelik çağları gelmiş, bunlar hala kimliksiz, olacak iş değil." dedi. Daha fazla kızmasın diye çay için teşekkür edip çıktım. Yaşar aşağıda bekliyordu. "Niye kaçtınız beni tek bıraktınız" dedim. "Camdan atarsa yakalıyalım diye bekliyorduk." dediler.

Pazartesi sabahı babaları, Yaşar ve Yasin tam kadro kaymakamın karşısındaydık. Hastalıklı olan babalarının fiziki yapısından utanıyorlar, "Bu adamla yolamı çıkılır mı Cemil abi, görüyorsun ne burnu duruyor nede eli ayağı." deyip duruyorlardı, ellerinden gelse adamı red edeceklerdi. Kaymakam yer gösterdi Kamil Abi'yi koltuga oturttuk.

Kaymakam bir sürü vaaz verdikten sonra "Bunun tek yolu var, bir hanım bul nikah yap o hanımın adına kimlik verebiliriz." dedi. İyi de Kamil Abi'yi kim alır da nikah yapar! Bir iki tane dul kadın vardı. Onlara yalvardık yok olmaz. "Bu herif sonra boşamaz onunla mı uğraşıcam" dediler. Kaymakama "Bu iş olmuyor, kimse bu yaşlı hasta adamla nikahlanmak istemiyor." dedik. "Yahu ne var bunda, nikahlanıp boşanacaklar. Maksat çoçuklar kimlik sahibi olsun. Peki bunların ninesi falan yok mu?". "Var.". "Sağ mı?". "Sağ efendim" dedik. Şaka yada ciddi bilemem, "Git kaynanana nikah kıy, bu hatanı temizle" deyince gülüştük. Mahallede herkez bu olayı duymuş gülüşüp duruyorlardı.

Olmadı, kimlik alamadık. Zaten çok geçmeden kaynana da öldü. Arkasından da Kamil Abi göç etti. Yaşar yaşayıp yaşamadığını bilmeden yaşamaya çalışıyordu. Aradan bayağı zaman geçti. Kızları üniversite sınavlarını kazanmış, Yasin'in çoçukları da askerlik çağına gelmiş ama kimlikleri olmadan üniversiteyi kazanan kızlarını Yaşar okula göndermek istemiyordu. Çünkü başka illeri kazanmışlardı. "Kız evladının ne işi var başka illerde" demiş, kızlar da bir işe girmişlerdi.

Bu arada Yaşar'ın bir amca çoçuğu vardı. O "Ben sizi üzerime alırım, soyadımız da aynı. Babanızın adı Kamil olmuş Şahin olmuş fark etmez yarın gidelim." deyip sabahı kaymakamlığa gitmiş, formalitesiz Yaşar'a ve Yasin'e yeşil birer kimlik çıkarmışlardı. Bu kimlik göçebe kimliği, 5 yıl sonra Türk kimliği alabileceklermiş. Fakat amca oğlu varlıklı, binası evi parası var kızları buna karşı çıkıyorlar "Baba mirası bunlarla mı bölüşeceğiz" diyerek.Şahin "Miras işine girmeyeceksiniz." diyerek bir anlaşma yapıyor. Üç yıl sonra da Şahin ölüyor. Ama yeşil kimliğin nufus cüzdanına çevrilmesine daha iki yıl var.

2006'da evler yıkılınca çoğu aile mahalleden ayrılıp Çorlu'ya yerleşiyor. Yaşar gitmiyor ve kiralık bir evde yaşıyor, aradan uzun bir süre geçtikten sonra, Yaşar 40 yaşında askere çağrılıyor. Arkasından da 39 yaşındaki kardeşi. İkisi de askere gidiyor. Yaşar şu anda Ankara'da, Yasin doğuda. Fakat Yasin'in çoçuğuna da askerlik çağrısı geliyor. O da sevdiği kızı kaçırıyor ve en son kimlikleri tc yazılı mavi kimliğe dönüşüyor. Yaşar şimdi yaşar görünüyor. Bu arada Yasin askerden izin alıp geliyor oğlunu yakalayıp, kızı babasına teslim ediyor. Söz kesiyorlar ve Yasintekrar kışlaya dönüyor. Şimdi Yaşar askerde. Kardeşi Yasin de askerde. Yasin'in çoçuğu da babası teskere alır almaz askere gidecek.

Bir düşünün ki bu vatandaşlar Aydın'dan bu mahalleye yıllar önce göçmüş. Bu bölgede 1990 yılına kadar tek bir zabıta bile yokmuş. Buraları orman gibiymiş, şehir gittikçe gelişip köy yeri ilçe olmaya başlamış. Bizler hep cahillikle, yol iz bilmezlikle suçlandık. Gerçekten de ozamanlar bir yaşlı hanımın gelip okuma yazma bilmeyen mahallelinin mektupları okuduğu dönemlerdi. Ama cahillik bizim suçumuz değildi. Yıkımlardan durmadan nasibimizi alıyor hep şehirlerin dışına iteleniyorduk. Okulu, yolu, suyu olmayan yerlerde ikamete zorlanıyorduk. Eğitim almamız, haklarımızı aramamız bazılarının işine gelmiyordu. Okuma yazmamız olmadığından sözlüklerde bizimle ilgili geçen utanç verici kelimeleri bilemiyorduk.

İlkokul çağımızda bizler hakkında kötü sözler yazılan sözlüğü babalarımız bilmeden para verip alıp eve getiriyorlardı. Bizlerse o sözlükleri gururla okul sıramızın üstüne koyuyorduk, halbuki bizlere her türlü kötülüğü yakıştıranlar, o ufacık sözlüğün içine bin bir çirkinliği yazmışlardı. Hem bizleri kötülüyor, hem de o kötülükleri küçücük beyinlere şırınga eder gibi işliyorlardı. Neyse ki değerli Çingene aydını Mustafa Aksu bu sözlüklerde bizleri aşağılayan ifadelerin çıkarılması için mahkemeye başvurdu. Artık çocuklarımız devlet tarafından basılan sözlüklerde kendilerine edilen hakaretleri okumak zorunda kalmıyorlar.

İşte yaşadığını bilemeyen yaşarları, kimliksizleri, cahilleri, suçluları devletimiz böyle yetiştirmişti. Ve şimdi de aynı film devam ediyor. Mahalleler yıkılıyor, Romanlar şehrin en ücra köşelerine sürülüyor, adrese dayalı kimlik bildirgesi istendiğinden, kira ödeyemez durumda olan bu yoksul insanlar sadece Roman mahallelerine ucuz kiralık evlere yerleşebiliyorlar. Ya da akrabasının yanına sığınıyor kaydını almak için müracat ediyor ki çoçukları okula kaydını yaptırabilsin. Bu sefer kira sözleşmesi, deprem sigortası gibi Romanların yeni duyduğu bir takım şartlar nedeniyle çocuklarını okula yazdıramıyor. Kaydı İstanbul'da kalıyor; kendisi ya Tekirdağ'da ya Yalova'da ya Çorlu'da yaşıyor. Çoçuklar da okula kayıt olamıyor ayrıca yanındaki komsu sosyal yardımdan yararlanırken o insan daha da yoksul ve yardıma muhtaç olduğu halde kaydı kuydu olmadığından yardımlardan yararlanamıyor. İşte böyle, şimdi söyleyin bakalım, yaşarları yaratan kim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder