3 Aralık 2013 Salı

Bir Roman Fıkrası

Çok eskilere dayanan ve iki kralın hikayesi.

Birinci kral emreder ve “benim ülkemde öyle bir şey yapın ki; benim namım öbür krallarınkini sollasın, kimse sizin yaptığınız şeyin aynısını yapamasın” der. En güçlü zenginlerle, kuyumcularla proje yaparlar, krala öyle güzel bir taht yaparlar ki, bütün ülkelere nam salar. Yakut, altın, gümüş ve pırlantalardan yapılan tahta oturan kral, gururdan ne yapacağını bilemez.


Bunu duyan öbür ülkenin kralı da bütün altın, mücevher ustalarını da huzuruna çağırır, öbür ülkenin kralının o değerli tahtından daha kıymetli bir şey yapmalarını ister. “Öyle bir şey yapın ki; o taht tahta gibi kalsın” diye emreder.

Ustalar aylarca çalışırlar, çevredeki bütün ormanları keser en kıymetli yakut, gümüş, altın, pırlanta, zümrüt gibi değerli taşlarla süslü yüz metrelik bir kafes icat ederler. Su kabı bile pırlanta olan kafese bir de papağan (ormanda yaşayanlardan) koyarlar. Üzerini değerli bir örtüyle örtüp açılış gününü beklerler.

Zenginler, krallar, şeyhler, sadrazamlar dolarlar, açılış yapılır. Herkes hayretten küçük dilini yutar. Kral memnundur. “Gördünüz mü şaheseri, oldu mu böyle olur” der. Ve o anda kafese atılan papağanlardan biri boynunu uzatır, krala bakarak “bir de bana sor, bir de bana sor” der. “Herkesin evi kendine altından bir barınak gibidir. Senin pırlantalı kafesini ne edeyim, bırak beni, ben o ormanda, o ağaçların arasında mutluydum. Dereden su içer, o kestiğin ağaçların üzerinde uyurdum. Birilerinin özgürlüğünü kısarken gurur duyamazsın” der.

Biz Romanlar da o altına benzettiğiniz bizler için kafes olacak olan dairelerde yapamayız. Bırakın evlerimizde mutluyuz, huzurluyuz. Herşey sizin olsun. Barınma hakkımıza dokunmayın. Yıkılan evlerimizi, yerlerimizi geri verin. Taht ta, altın kafes te sizlerin olsun. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder