3 Aralık 2013 Salı

Sokakların Anası

2 22/06/2011

İstanbul'un havası hiç belli olmaz. Ansızın bastıran soğuklar insanın kemiklerini donduracak gibi olur. Bazen sulu kar yağar. Bazen güneş açar ama evler virane olduğundan teneke sobalar devamlı yanar. Bazen geceler ayaz olduğundan erkenden yatılır. Yorganlar üst üste atılır.


Yine böyle soğuk bir geceydi. Sulu kar yağıyordu. Çocukları bakkala bile gönderemiyorduk. Elleri donan çocuklar gürül gürül yanan teneke sobaya adeta sarılıyor, bazen de gözlerinden yaşlar geliyordu. Üstüme bir kaban giyip az yukarıda bulunan bakkala ekmek almaya çıktım. Üç dakikada adeta yüzüm pancar gibi kızarmıştı. Rüzgar ve sulu kar adeta yüzüme şamar gibi iniyordu. Ekmekleri alıp eve geldim hemen sobaya sarıldım. "Bu ne soğuk, Allah sokaklarda kalanların yardımcı olsun" dedim. Ve o anda "Sokakların Anası" geldi aklıma. "Aman Allahım, o zavallı ne oldu. İnşallah sıcak bir yere geçmiştir." diye içimden geçirdim. "Vay be ne kadar da hayırsızım. Nasıl unuttum Güllü Anayı." "Tüh" çektim.

Hemen çizmelerimiz giyip üstüme de bir mont geçirip aracın yanına geldim. Kontağı çevirdim. Kamyonette tık yok. Marş almıyor. Uğraştım uğraştım kamyoneti çalıştıramadım. Radyotör buz tutmuştu. Yayan gitmek de imkansız. Bir taksiye binmek için de param yoktu. Çaresizlik, parasızlık insanı bazen umutsuz kılıyor. Eve geri döndüm. "Bir şey olmaz inşallah" dedim. "Hele sabah olsun gider bakarım.". İki üç ay önce orada pazar tahtalarının arasındaydı. "Belki de oğlu bulup yanına almıştır. Ya da mahallede o kadar iyi insan var, mutlaka sıcak bir yere almışlardır. İnsanlık öldü mü." diye içimden geçti.

O gece yatamadım. Aklımdan hiç çıkmadı. Gece hava daha da soğuk oldu, üstelik fırtına başlamıştı. Saat 4 vardı. Kapıya hızlı hızlı vuruluyor, çalan kişi "Açar mısın." diyordu. "Polis" dedi, şaşırdım. Polisle ne işim olurdu. Sıcak yataktan kalkıp kapıyı açtım. Dışarısı beyazlamış soğuk biraz kırılmış gibiydi. Ya da bana öyle geliyordu. Saçaklardan buzlar sarkıyordu. Ortalık pırıl pırıldı. "Buyrun" dedim. "Bir şey mi oldu?". Telefon numaramın yazılı olduğu kağıdı gösterdi. Bu anaya 2-3 ay önce verdiğim telefon numarasıydı. "Evet" dedim "Benim numaram.". "Üç dört sefer çaldırdık kapalıydı" "Doğru abi telefonun şarjı bitmişti." "Bu telefon no'sunu yaşlı bir teyzenin kesesinde bulduk. Başka da hiçbir adres ve kimliği yoktu." "Anaya bir şey mi oldu" dedim. "Maalesef. Bir duvar dibinde donarak ölmüş. Başınız sağ olsun." "Kimi kimsesi var mı, oğlu kocası torunu..." diye sayıyordu.

O anda yıkıldım. Evdekiler oğluna beddua edip duruyorlardı. "Var abi, bir oğlu var ama 2-3 ay önce annesini terk etti." "Onu sokaklara bıraktı. Biz de nerede olduğunu bilmiyoruz." "Teşhis için gelir misiniz, saat 9.30'da karakolda olursanız iyi olur." dedi. "Tabi gelirim ne demek". "Kusura bakmayın. Tekrar başınız sağolsun" deyip gittiler. Ayaz gecelerde sıcak bir çay her şeye değer. Hemen çayı koyduk. Zaten uyku falan da kalmamıştı. Mahallede duyanlar, ekip arabasının ışığını gören komşular kalkmış, hepsi oğluna veryansın ediyorlardı. Kimsede yatacak hal kalmamıştı. Bir meydan ateşi yaktık. Ateş öyle büyüktü ki insanlar ateşi görünce hemen dışarı çıktılar. Ateşin etrafında yüz-yüz elli kişi toplandı. Yukarıdaki mahallede oturan ve cenaze hayır işlerine gönüllü koşan edirneli Rahmetli Osman Abi de geldi. "Sabah olsun beraberiz gideriz." dedi. Hava iyice açılmış, herkes ateşin başında toplanmıştı. Herkes anaya rahmet okuyor, bazıları da "Dur bakalım belki o değildir. Hemen Güllü Ana diyorsunuz. Belki kesesini kaybetmiştir." gibisiden birşeyler anlatıyorlardı. Osman Amca lafa karıştı. "Durun. Sabah olsun öğreniriz.". Sabahı zor ettik.

9.30'da karakoldaydık. "Buyrun" dedi görevli. Arabaya binip morg denilen yere geldik. Zaten hava buz gibi. Bir de morgun soğuğu iliklerimizi dondurdu. "Görevli tanıyan birisi gelsin" dedi. "Ben tanıyorum." dedim. Beni alt kata indirdi. İçinde Musalla taşı olan bir odaydı. Sıra sıra musalla taşları üzerinde beyaz örtülerle örtülü cesetler vardı. Bazısına operasyon yapıldığı belliydi. Cesetlerin yanında sırlı bir leğen içinde kesici aletler vardı. Görevli "Bir bakalım." dedi. Yüzünü açtı baktım. Tanıyamadım. Çünkü Güllü Ana esmerdi. Hatta biraz daha da karaydı. Oysa bu ölü bembeyazdı. Baktım. "Değil" dedim. İçim rahatladı. Görevli "Emin misin? Senin telefon numaran bunun üzerinden çıktı.". "Yok bu değil, bu Güllü Ana, sokakların anası değil." Yine de içime bir kurt düştü. "Bir daha bakayım" dedim. Bir kez daha yüzünü açtılar. Daha dikkatlice baktım. Gözleri onun gözüydü. Kirpikleri buz tutmuştu. "Ellerine bakabilir miyim?" dedim. Sağ elini gösterdiler. Oydu. Bu anaydı. Elleri erkek eli gibi nasırlıydı. Tuğla toplamaktan olmuştu. Bir göz oda yapmak için avuçları nasır tutmuştu. Tanıdım. Bir kere daha yüzüne dikkatlice baktım. Sanki sitem eder gibiydi. "Sahip çıkmadınız der" gibi bakıyordu. Nefret eder gibi bakıyordu.

Yıllarca rengi nedeniyle alay edilen Ana, inadına bembeyaz olmuştu. Sanki doğduğuna yaşadığına inat eder gibi, "Tek doğdum tek başıma bir köşede öldüm" der gibi bakıyordu. Ben onu öyle görünce ağladım. Göz yaşlarım nasırlı ellerine damlıyor, sanki elleri kımıldıyormuş gibi oluyordu. Görevli beni teselli ederek dışarıya çıkardı. Bir duvarın dibine çöktüm. "Vay be ana. Bana niye öyle bakıyorsun ki, ben seni unutmadım. Yanına gelmek istedim. Seni alıp hiç yoksa bir sobanın başında sıcak bir çorba sıcak bir çay içirmek istedim. Lanet olsun yoksulluğa. Lanet olsun para denen nesneyi icat edenlere. Lanet olsun insana değer vermeyenlere. Beni affet ana" dedim. Sırtıma bir el dokundu. "Başınız sağ olsun. Akrabanız değilmiş. Kimsesi de yokmuş. Cenazeyi almazsanız biz onu defnederiz." Peki ana ne olacaktı. Kimsesizler mezarlığında unutulacak mıydı? Edirneli Osman Ağabey hemen "Yok arkadaş, biz Güllü Anayı kendimiz defnederiz." dedi. İçim ferahladı. "Nasıl yapacağız ağabey, kimliği de yok." "Sen bana bırak, ben herşeyi ayarlarım." "Tabi ağabey" dedim.

Görevliye "Bir evrakları tamamlayalım meftamızı kaldıracağız." dedim. Arabaya binip mahalleye geldik. Ateş hala yanıyordu. İnsanlar merakla bekliyorlardı. Her kafadan bir ses çıkıyordu. "Ne oldu ana mıymış o ölen" diye bizi soru yağmuruna tutuyorlardı. Osman Amca şakacı birisiydi. "Evet, anaydı. Size de selamı var." deyince biraz hava yumuşadı. "Şimdi ben evrakları yapmaya gidiyorum. Bir kişi benimle gelsin." dedi. Mahallemiz birbirinin dertleri hakkında ortak karar alır, mahalle sakinleri birbirlerine yardımcı olurlardı. Osman Amca "Hadi herkes elini cebine atsın" der demez bir anda avucu para doldu. Osman Amca bir taksiye binip gitti. Meraklı bekleyiş üç saat sürdü. Döndüğünde Osman Amca muhtardan nüfus suretini çıkarmış, karakoldan raporu almış oradan mezarlıklar müdürlüğüne uğrayıp o arada mezarı bile ayarlamıştı. Gelir gelmez emirler vermeye başladı.

"Sen sen sen mezarlığa gidin yeri ayarlayın. Siz on kişi doğru morga. Cenazeyi teslim alın. Camiye getirin." Kadınlara dönüp "Sen abla helva yap sen de mekik yap." Erkeklere "Ayrılmayın hep beraber camide bekleyeceğiz." deyip herkesi yönlendiriyordu. Kimin haddine Osman Amca'ya itiraz etmek. Hemen işe koyulduk. Meftayı alıp camiye getirdiler. Cenaze namazı kılındıktan sonra mezarlığa getirdik. Bütün sevenleri ve mahalle tam takım gelmiştik. Defin işlemi yapıldı toplu halde mahalleye geldik. Kur'an okuyan hoca hanım kadınları bir eve toplamıştı. Bir yanda Ana'nın helvası bir yanda mekikler yapılıyor, Ana'ya rahmet okunuyordu. Sokakların anası artık yoktu. Yıkılan evinin biriketlerinin arasından bir küçücük ağaç yeşermişti.

O gece huzurlu yattık. Anaya verdiğim "Seni kimsesizler mezarlığına gömdürmem" sözümü tutmuştum. Sabah erkenden nara ve küfür sesleriyle uyandık. Elinde bira şişesi dut gibi sarhoş oğlu gelmişti. "Siz kim oluyorsunuz da bana haber vermeden annemi gömüyorsunuz." diyerek herkese küfredip duruyordu. "Bırak bağırsın dursun köpek gibi gider" dediler. Ben de herkes gibi dışarı çıktım.Baktım ki yalnız gelmemiş. Dört tane de kendi gibi serseriyi yanına almış. Ne zaman ki o yabancılar da ona uyup "mahallede ne kadar delikanlı varsa" diye küfredince birden ortalık karıştı. Her şey olup bittiğinde Ana'nın oğlu ve arkadaşları kan içinde kalmışlardı. Kaçıp gittiler. Ve ne oğlunu ne de arkadaşlarını bir daha görmedik. İşte o gece anayı rüyamda gördüm. İki göz bir odada, tertemiz sıvalı, pırıl pırıl bir yatakta yatarken bana gülerek "Sağol anaya sahip çıktın. Ben demedim mi öbür tarafta mutlaka evim olacak diye. Bak hem de iki göz oda. Mutfağı da var." deyip gülüyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder