3 Aralık 2013 Salı

Sokakların Anası

07/06/2011

Günlerden Cuma'ydı. Yağmur öyle delicesine yağıyordu ki... O yağmurun altında elinde poşetle pazar çöpünden sebze meyve toplayan bir yoksul, yaşlı kadın gördüm. Eli yüzü toz. Üstü başı perişan. Ağlamaktan kızarmış gözleriyle insanlara bakmamak için yüzünü sarmış. Yanına yaklaştığımda tanıdım onu. Evini yıkmışlardı. Kentsel dönüşüm diye. Verdikleri parayı serseri oğlu kumarda içkide kaybetmiş, tuttuğu evin kirasını bile verememiş. Evden atmışlardı onları.


Yanıma geldi, "Nasılsın oğlum?" dedi. "İyi misin ana?" dedim, "Yok oğlum sokaklardayım. Oğlum da almıyor beni yanına." Ben daha nerede kalıyorsun ana demeden o pazar tahtalarını gösterdi. "Burada" dedi. Oranın Gaco dediğimiz gençleri pazarcıların tahtalarını pazarcılar gittikten sonra yukarı doğru dikerek 4 tanesinden bir barınak yapıyorlarmış. Bir de yırtık pırtık bir yorgan. Bir de solmuş pis bir battaniye. Yanında da bir şişe su. "Sağolsun buranın gençleri bana bakıyor. Yardımcı oluyorlar" derken gözleri karşıdaki devasa binayı süzüyordu.

"Aha oğlum, böyle olacakmış bu şehir. Biz Romanlara, garibanlara da yasaklanacakmış. Ne edecez, nereye gidecez. Allah sonumuzu hayretsin diyorum". Pazarcıların taşınmasını dört gözle bekliyordu. Belli ki ev özlemi vardı içinde. Dört pazar tezgahı da olsa onun için orası eviydi. Barındığı yerdi. "Semtimizden niye uzaklaştık ana" dedim. "Oğlum varya oğlum. Beni kandırdı. Ev aldım dedi. Parayı ona verdim. Meğerse kiralamış. Parayı da kumarda içkide bitirmiş. Sonrada karısını da alıp gitti. Nerededir bilemem. Ev sahibi kirayı da veremeyince çıkardı beni. Şu gördüğün villada kalıyorum. Gelirsin ara sıra anaya. Göreyim sizleri." "Gelirim ana." dedim. "Senide götüreyim desen yer yok ki. Yine yıkacaklarmış. Biz de sonumuzu bilmiyoruz. Olsun ana ya, Allah yardımcımızdır, bak seçimler de var." "Abe oğlum, ben nerede oy kullanacağım." "Boş ver be ana kullanmasan da olur. Ne edecekler senin oyunu. Oyunu alacaklar, sonra da şu dört pazar tahtasını elinden alacaklar." "Acaba benim oğlum ikametini almış mıdır bir araştır?" "Ben muhtara bir bakarım, var mı ikametin. Varsa oyunu aynı yerde kullanırsın." Durdu durdu tekrar: "Hani ev vereceklerdi. Hani söz vermişlerdi." demeye başladı.

Şakacı bir kadındı. Ben de ona, "Verecekler ana, 2 metre boyunda 1 metre derinliğinde yerin hazır." "A oğlum, hep gidecez de, orada rahat ederiz belki." İyice kendini bırakmıştı. Ne topladığına baktım. 3 domates 4 tane salatalık 2 tane de kayısı bulmuş. "Şunları yıkayayım şu camide gelirim, gitme ha." diye tembihliyordu. "Tamam beklerim" dedim. On dakika sonra geldi. "Allah şu caminin imamından razı olsun. Saçımın teli kadar Allah uzun ömür versin. Suyumu alırım. Tuvalete giderim. Bana iyi davranır. Ne mübarek bir insan." diyordu. "Ya ana" dedim. "Gel seni mahalleye götüreyim. Çaktırmadan bir gecede yaparız tahtalardan bir yer. Mahallemizde insanlarımız da yardımcı olurlar. var mısın?" dedim. "Yok oğlum benim evimi yıktılar. O mahalle bana artık haram. İstenmediğim yerde durmam. Ölürsem sokaklarda ölürüm. Ha dur beya, aklıma gelmişken senin telefon numaranı ver de keseme koyayım ölürsem bari kimsesiz demesinler. Seni ararlar, gelirsen cenazeme sahip çıkarsan huzur içinde yatarım." Telefon numaramı aldı. Beline bağladığı kesesine koydu. "Şimdi rahatladım anaya." dedi.

Ben yıllar öncesinden tanırım. Mahallemizin en büyük, en değerli kadınlarından biriydi. Kocası öldükten sonra ihtiyar maaşıyla geçiniyordu. Kimseye müdana etmezdi. Oğlu ise askerden geldikten sonra evlendi. Ama içki ve kumar, anasını da kendisini de körletmişti. Kalktım "Ben gidiyorum ana" deyip eğildim elimi öpmeye. "Dur" dedi "ellerimi yıkayayım". "Yok anam. Ben senin ellerinin kirine kurban olayım." dedim. Boynuna sarıldım o da bana "Oğlum" diye sarıldı. Ağlıyordu. Ben de gözyaşlarımı tutamadım. Güle güle oğlum diyerek kamyonetimin yanına kadar geldi. Yine gel uğra ara sıra. "Aha adresim pazar sokağı pazar ranzaları. no yok." deyip espiri yapıyor bir yandan da yaşlı gözlerini başındaki rengi kaçmış başörtüsünün ucuyla siliyordu.

Evet işte dostlar gerçek bir hikaye. Bir tatlı söz bizleri yumuşatıyor. Ağzımıza bir kaşık bal sürdüler mi sokakta yatan anaları babaları unutuyoruz. Birbirimizin sorunlarını yetkililere iletmek yerine, nasıl yan cebimizi doldururuz hesapları yapıyoruz. Sokaklarda çadır açanları, soğuktan donarak ölen bebeleri, anasının kucağında açlıktan ölen bebekleri, barakalarda canlı canlı yanan bebekleri unutup kendimize mevki hazırlıyoruz. Bir okşamaya kanıp kendimizi bir anda kral zannediyoruz. Bazen aç yatan, bazen karda yalın ayak okula giden, sobası yanmayan, evi yıkılanları unutup ödünç kravat alıp hava basıyoruz. Bu böyle gitmez arkadaşlar. Kendimize gelelim!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder